27 Nisan 2014 Pazar

Duvarların bölemediği şehir...Berlin...


East Side Gallery: Berlin Duvarı


























2014 Yılı'nın Paskalya tatilinde yönümüzü Almanya'nın başkenti Berlin'e çevirdik. İkinci Dünya Savaşı'yla yerle bir olan, Soğuk Savaş döneminde Berlin Duvarı'yla ikiye bölünen, tarihinde çok acılar çekmiş Berlin şehrini 4 gün boyunca gezdik, keşfettik. Duvarın yıkılışının üstünden geçen 25 yılın sonunda Berlin şehri artık çok farklı, modern bir yüze sahip. Farklı milletlerden, kültürlerden insanların birarada yaşadığı bu renkli şehri biz çok sevdik. 

Gün gün Berlin izlenimlerimizi, sizlerin Berlin tatilinizde faydalı olması dileğiyle bloğumda paylaşıyorum... 

OfftheRoadontheTrack Berlin'deydi...  


Berlin'de 1. günümüz: 


Berlin Katedrali (Berliner Dom)

Bergama Antik Kenti'ne yolculuk: Pergamon Müzesi


Bergama Zeus Sunağı

Berlin’de ilk günümüze havanın biraz kapalı olmasını da dikkate alarak Müzelerin bulunduğu Müze Adası’ndan başladık.


Müze Adası Berlin




















Eğer müze gezmektan hoşlanan biriyseniz bir müze kartı alın (Kişi başı 18 € / günlük yada 24 € / 3 gün için) ve buraya gelin. Burada bulunan müzeler: Eski Müze (Altes Museum), Yeni Müze (Neues Museum), Eski Ulusal Galeri (Alte Nationalgalerie), Bode Müzesi, Pergamon (Bergama) Müzesi.

Milet Pazar Kapısı

Babil Şehir Kapısı
Adını Bergama Antik kentinden alan Pergamon Müzesi ilk defa 1830’da açılmış, sonradan getirilen eserler sığmayınca da 1930’da genişletilip restore edilmiş. Bu müze Pergamon Zeus Sunağı yanında, Milet Pazar kapısını, Sümer, Asur ve Pers medeniyetlerinden birçok değerli eseri bünyesinde bulunduruyor. Bu eserler getirilen orjinal büyüklük ve şekilleriyle aslına uygun olarak burada yeniden kurulmuş. Bu nedenle bu müze bizim Berlin gezi programımızda ilk sırada yer alıyordu.

Bergama Zeus Sunağı















Yunan Tanrısı Athena












Müzede sergilenen eserler hakkında detaylı bilgiyi ve onların Berlin’e getiriliş hikayelerini müze gezisi öncesi temin edeceğiniz ücretsiz audio guide’larla edinebilirsiniz. Hem de Türkçe dilinde. Bu kadar çok şehir gördük ancak Türkçe Audio Guide’a ilk defa Berlin’de denk geldik. Bu nedenle ben bu ayrıntılara girmek yerine müzeye giriş öncesinde sizin için yararlı olabilecek başka bir deneyimi paylaşmak istiyorum. Pergamon Müzesi’ne vardığımızda saat 12:00 civarındaydı ve müze girişi için oluşan kuyruk inanılmazdı. Yaklaşık 2 saat o sırada beklememiz öngörülüyordu. Biz sadece Pergamon Müzesi’ni gezmek istediğimizden müze kartı almamıştık. Ben mecburen bilet sırasına girdim. Fatih de her zamanki gibi etrafı kolaçan edip bilgi toplamak için ön taraflara yöneldi. Bu yöntemimiz bize her yerde yardım ediyor. Fatih’in müze görevlisinden öğrendiği kadarıyla müze giriş biletini online rezerve etmek mümkünmüş. Biz de hemen online olarak aynı güne saat 14:00 için rezervasyonumuzu yaptırdık. 5 dakika sürmedi online onay geldi. Saat 14:00’e kadar etrafta dolaştık, birşeyler içtik. Geri geldiğimizde sırada bizim önümüzde olanlar nerde diye baktık, hala bekliyorlardı. Hiç sıraya girmeden direk rezervasyonu olanların alındığı kapıya yöneldik ve içeri girdik. Bu kadar basitti. Online rezervasyon yaptırdığınızda kişi başı 11€ ödüyorsunuz. Eğer gişeden bilet alırsanız aynı bilet 12€. Biz hala o insanlar neden o sırada saatlerce beklediler anlamış değiliz. Tahminimiz müze kartı olanların o sıradan içeri gireceği yönde. Ancak şunu söyeyebilirim ki, Pergamon Müzesi oldukça büyük bir müze ve müzeyi gezmek bile insanın yarım gününü alıyor. Bir de önden 2 saat sıra beklenilirse oldukça yorucu bir aktivite olacaktır. Bu nedenle ya çok erken gidin ya da online rezervasyon yaptırın.

Pergamon Müze Giriş Sırası


Müze ise beklemeye değer. Içinde 3 tane sürekli serginin olduğu bu müzede ben büyülendim ve şunu düşünmeden edemedim: Acaba bu değerli parçalar ait oldukları yerde kalsalardı şu anda buldukları değeri bulabilecekler miydi? Kim bilir? Ne kadar Almanlara kızsak da, o eserlerin bize, Anadolu’ya ait olduğunu söylesek de Almanların o eserlere iyi baktıklarını da göz ardı etmemeliyiz.



Eğer bu müzeyi hala görmediyseniz elinizi çabuk tutun derim. Çünkü Pergamon Müzesi 2014 Eylül ayından 2019 yılına kadar restorasyon nedeniyle kapalı olacak.

Müze Adası’na vardığınızda sizi öncelikle mimarisiyle büyüleyecek Berlin Katedrali (Berliner Dom) karşılayacak. İkinci Dünya Savaşı sırasında çok ciddi hasar gören bu katedral Paskalya ayinleri nedeniyle turistlere kapalıydı ve biz içini göremedik. Ancak Barok tarzı mimarisiyle bizi dışından bile etkilemeyi başardı.

Berlin Katedrali




Müze Adası bizim kaldığımız otele yakın olduğu için buraya yürüyerek ulaştık. Buraya gelirken yolumuzun üzerinde olan Hackesche Avluları ve Hackescher Meydanı’nda mola vermeyi ihmal etmedik.

Hackesche Avluları sanırım görür görmez vurulduğum ve Berlin’de gezmekten en çok keyif aldığım yer. İç içe geçmiş bu avlularda küçük küçük butikler var ve butiklerde tasarımcılara ait çok ilginç, güzel şeyler bulabilirsiniz.

Hackesche Avluları'nın hemen yan tarafındaki Sinama Cafe/Bar Berlin şehrinin en eski Cafe/barı.

Hackesche Meydanı ise (Hackescher Markt) açık havada birşeyler yemek ya da birşeyler içimek isteyenlere alternatif olabilir. Biz orada gezerken çok keyif aldık ancak mekanlar çok fazla turistik olduğundan burada oturmadık. Bu meydanda bulunan Maredo Restoranı kesinlikle tavsiye etmiyorum. Münih'ten tanıdığımız bildiğimiz kadarıyla Arjantin Steak'te çok başarılı değiller. Eğer steak yemek istiyorsanız bence Block House'ı tercih edin. 


Hackescher Meydanı

Hackescher Meydanı



İlk günümüzde programımızda Pergamon Müzesi vardı ve akşam saatlerinde müzeden çıktığımızda artık çok acıkmıştık. Ne yiyebiliriz diye kısa bir araştırma yaptık ve çok ilginç bir yer bulduk.

Berlin Almanya'nın en kozmopolit şehri belki de. Berlin'de 180 farklı milletten insan olduğunu okuduk örneğin. Ancak çoğunluğu tabii ki Türkler oluşturuyor. Yani karşınıza çıkan her dört yabancıdan biri Türk! Ve Berlin'de bu farklı kültürlere ait mutfakların iyi örneklerini bulmak mümkün. Bizim gözümüze çarpan ilk nokta Berlin'de çok fazla Uzakdoğu restoranı olduğu. Özellikle de Sushi. Bizse belki de Pergamon Müzesi'nde gezdiğimiz İslam Medeniyetleri Sergisi'nin etkisinde kaldığımızdan mıdır nedir Arap mutfağını seçtik ve yönümüzü şehrin en tanındık Falafelcisi Dada Falafel'e çevirdik (Linienstraße 132, Berlin 030 27596927). Tripadvisor'da 5 üzerinden 4,5 alan ve 5.478 Restoran/Lokanta arasında 50. sırada Dada Falafel bence ayaküstü lezzetli birşeyler atıştırmak isteyenler için güzel bir yer. 1 porsiyon falafel tabakta yendiğinde 5€, eğer ekmek arasında yenirse 3,5€. 


Dada Falafel



Dada Falafel'e Oranien-Burger caddesi üzerinden ulaştık ve bu cadde üzerinde çok farklı restoran-barlar gördük. Örneğin Hint, Singapur, Küba, Meksika, İtalyan restoranları yan yana dizilmiş. Eminim damak zevkinize ve bütçenize uygun bir restoranı burada bulacaksınız. Bu caddeye göz atmakta fayda var.  

İlk akşamımızda yemekten sonra birşeyler içmek içinse National Geographic'in tavsiye ettiği Oxymoron Restoran-Bar'ı tercih ettik. Güzel bir ambiyansı olan bu mekan Hackesche Avluları içinde yer alıyor. Hemen girişteki ilk avluda. Burada yemek de yiyebilirsiniz. Biz burada sadece birşeyler içsek de yemek yiyenlere şöyle bir göz atınca yediklerinin güzel ve lezzetli gözüktüğünü söyleyebilirim. 3'lü menüsü örneğin çok pahalı değildi (37€ / 3'lü menü). Bizim orada olduğumuz akşam "Soul Lounge" gecesiymiş. DJ'in çaldığı şarkılarla ilk günün yorgunluğunu attık burada. 


Hackesche Avlusu - Oxymoron























Gecenin ilerleyen saatlerinde ise yönümüzü Neue Schönhauser Caddesi'ne çevirdik. Bu cadde gündüz alışveriş yapmak isteyenler için doğru adreslerden biri. Bu caddede gözümüze güzel gelen bir mekan seçip geceyi tamamladık. 

Berlin'de 2. Günümüz:


Unter der Linden: Berlin tarihinde adım adım ilerlemek

Brandenburger Kapısı 

İlk Oryantasyon: Unter der Linden Caddesi Berlin'in en önemli caddelerinden biri. Gündüz hayatın hareketli olduğu bu caddede aksam saatlerinde kalabalık dağılıyor. Yani geceler gündüzlerin aksine oldukça sakin. Şehrin en eski kapısı olarak ayakta kalmayı başarmış olan Brandenburger Tor (Brandenburger Kapısı) bu cadde üzerinde. Brandenburger Kapısı'nın bulunduğu meydan Pariser Meydanı. Bu meydanda Brandenburger Kapısı'nın yanı sıra Amerikan, Fransız Konsolosluğu ile Adlon Otel yer alıyor ve tabii ki birçok turist olmazsa olmazlardan. 

Brandenburger Kapısı'nı arkanıza alıp yaklaşık 1km yürüyüp sağa ya da sola döndüğündüğünüzde Friedrich Caddesi'ne çıkacaksınız. Bu cadde üzerinde yürüdüğünüzde Gendarmenmarkt (Jandarma Meydanı) ve Checkpoint Charlie'ye ulaşacaksınız.

Biz ikinci günümüze Unter der Linden Bölgesi'yle başladık ve ilk olarak yönümüzü Parlamento Binası'na (Reichstag) çevirdik: 

Parlamento Binası

"1884 yılında İmparator I. Wilhelm zamanında temeli atılan Parlamento Binası İmparator'un çok hoşuna gitmese de onayladığı bir projeymiş. Çünkü ortasında yeralan ağır kubbe şehir şatosundan daha yüksekmiş. Bu nedenle de kraliyet buraya ‚İmparatorluk Maymun Evi‘ adını takmış. O zamanlarda kraliyetin çok hoşuna gitmese de Parlamento Binası ve Kubbe o tarihlerden günümüze nice badireler atlatarak ulaşmış. Alman tarihinin türbülanslarını yansıtan Parlamento Binası'nda 9 Kasım 1918 tarihinde milletvekili Philipp Scheidemann cumhuriyeti ilan etmiş. 27 Şubat 1933'te ise nedeni bilinmeyen bir yangın nedeniyle toplantı salonu ve kubbe yanmış. 2. Dünya Savaşı sırasında yıkılan Parlamento Binası 1961-1971 yılları arasında tekrardan inşa edilmiş. Ancak bu sefer Kubbe olmadan. Almanya'nın birleşmesinin ardından tekrar inşa edilen Parlamento Binası'na tekrardan bugünkü cam kubbe eklenmiş. 1999 yılından bu yana bu bina, Alman Federal Parlamentosu olarak hizmet veriyor." (Kaynak visitberlin.de)


Parlamento Binası



Parlamento Binası'nı gezmek için internetten resmi olarak en az iki iş günü öncesinde yazılı başvuru yapmak gerekiyor ki bize söylenen 1 ay öncesinden bakmakta yarar olduğu. Sadece randevusu olanları içeri alıyorlar. Ancak eğer sadece cam kubbeyi gezmek istiyorsanız bilet gişelerinden bilet almanız yeterli. Tabii ki en az 2 saat bilet sırasında beklemeyi göze alırsanız. Biz turistik aktivitelerden hoşlanan seyyahlar olmadığımız için Parlamento Binası'na şöyle bir göz atıp yolumuza devam ettik. Onun yerine Pariser Meydanı'nda güneşe karşı kahve keyfi yaparak hareketli Pariser Meydanı'nı seyrettik. Tabii ki bu bizim tercihimizdi. Okuduğum kadarıyla bu cam kubbeden güzel bir şehir manzarası görmek mümkünmüş. Eğer bu kubbeye çıkacaksanız size tavsiyem güne erken başlamanız yönünde olacak. Her zamanki gibi burası da turistlerin gözdesi ve bilet kuyruğunda uzun bir sırayla karşılaşma ihtimali yüksek.

Pariser Meydanı ve Brandenburger Tor: 


Brandenburger Kapısı
12 Haziran 1987'deki Berlin seyahati sırasında Amerikan Başkanı Ronald Reagan "Mr. Gorbaçov, open this gate! Mr. Gorbaçov, tear down this wall!" diyerek soğuk savaşın karşı tarafı Gorbaçov'a seslenir. 

Branderburger Kapısı Alman ve Avrupa tarihinin en önemli sembollerinden birisi. Burası soğuk savaş yılları zamanında Nato ile Varşova Paktı'nın sınırını oluşturmuş. Günümüzde ise Berlin’in turistik aktivitelerinin olmazsa olmazlarından.  


Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı:

Brandenburger Kapısı’nı gördükten sonra yönümüzü hemen yakınındaki bir açık hava anıtı olan ve katledilen Yahudileri anma yerine çevirdik.

Burası Almanya’daki başlıca, soykırımı anma yeri. 1980’li yıllarda gazeteci yazar Lea Rosh ve tarihçi Eberhard Jäckel’in başlattığı sivil insiyatife dayanıyor. 19.000 mertekare büyüklüğünde alana kurulu olan ve 2.711 beton blok içeren bu anıt bence Berlin programına alınması gereken bir yer. 

Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı

Asıl ilgi çekici olan ise bu anıtın altına açılmış bilgi merkezi. Bu merkezde Avrupalı Yahudilerin soykırımı ve bunları hatırlatan tarihsel anma yerleri üzerine bir sergi açılmış. 

Katliamda ölen insanların, ailelerin yaşam öykülerine, fotoğraflarına yer veren bu sergi katliamı adeta bireyselleştirmiş yani ete kemiğe büründürmüş. Bu nedenle Münih’te toplama kampı gezmeme ve katliamın boyutlarına hakim olmama karşı beni bir kez daha etkiledi.  Buraya giriş ücretsiz. Yalnız girişte güvenlik kontrolü olduğu için yaklaşık 15 dakika sırada bekledik. Audio Guide var. Bence buraya gelin ve bu sergiyi gezin. 


Doğu ve Batı Berlin’in Geçiş Noktası: Check Point Charlie 


Check Point Charlie

Zamanında Doğu ve Batı Berlin’in geçiş noktası olan Check Point Charlie’ye günümüzün ünlü Friedrich Caddesi’nden yürüyerek ulaştık. Son yıllarda birçok yatırım yapılan ve adeta çehresi değiştirilen bu cadde yepyeni binalarla dolu. Restoranlar, cafeler, alışveriş yerleri ile günümüzde Berlin’in modern yüzünü temsil ediyor ve tarihte orada neler yaşandığı adeta unutturuyor. 

Ancak cadde boyunca yürümeye devam ettiğinizde Doğu ve Batı Berlin’in geçiş noktasına ulaşıyorsunuz ve orada tarihle karşılaşıyorsunuz. Cadde boyunca fotoğraflarla size Soğuk Savaş döneminde neler yaşandığı anlatılıyor.


Ve zamanında Rusya ve Amerikan savaş tanklarının burun buruna geldiği, Rus ve Amerikan askerlerinin nöbet tuttuğu geçiş kontrol noktası olan Check Point Charlie günümüzde turistlerin fotoğraf çektirdiği pasaportlarına damga vurdurdukları bir yere dönüşmüş. Buradaki turist kalabalığı açıkçası bizi rahatsız etti. Biz açıkhava sergisini gezdikten sonra hızla buradan uzaklaştık.

Doğu’dan o dönemde beş bin kişi kaçmış, 180 kişi vurulmuş. Kaçan insanlar oldukça ilginç yollara başvurmuşlar. Check Point Charlie’nin hemen yanında bir müze var. Bu müzede bu kaçış yolların sergileniyor. Biz bu müzeyi gezmedik. Ancak isterseniz programınıza alabilirsiniz.


Check Point Charlie

Berlin Duvar Yolu










Berlin’in İstanbul’u:  Kreuzberg

Check Point Charlie sonrasında yönümüzü ‚Küçük İstanbul‘ olarak bilinen bölgeye Kreuzberg’e çevirdik. Türklerin yaşadığı, her yerde Türk restoranları, manavı, kasabı, kuruyemişcisi bile olan bu bölgeyi muhakkak görmelisiniz. Münih’te Türklerin yaşadığı bölge birkaç cadde ile kısıtlıyken Berlin’de bu kadar geniş bir alanda yaşayan Türklerin hayatı 5 yıldır Münih’te yaşayan beni bile şaşırttı. Burada Türkiye’ye dair herşeyi bulmak mümkün. Tavla oynayıp çekirdek çitleyenler mi ararsınız yoksa banka oturmuş dedikodu yapan teyzeler mi dersiniz hepsi burada. Kahvehane bile gördük. Ancak bu bölgede dolaşırken aslında buranın sadece Türklere ait olmadığını buranın farklı kültürlere kucak açmış Berlin’in yüzü olduğunu fark ettik. Pearcingli, dövmeli gençler de burada, diğer yabancı göçmenler de. İlginç bir karışımdı, ilginç bir deneyimdi.  

Buraya kadar gelmişken bir Türk restoranına gitmeliyiz diye düşündük. Aslında bizim ikinci günde hedefimizde ünlü Mustafa's Gemüse Kebap vardı. Checkpoint Charlie'yi gezdikten sonra Türklerin yaşadığı Kreuzberg'i keşfedelim, hem de Berlin'in en meşhur dönercisi Mustafa'da sebzeli döner yiyelim dedik. Burası Berlin’in en meşhur dönercisiymiş. Berlin hakkında araştırma yaparken ününü öğrenince programımıza almıştık. Ancak önüne geldiğimizde bulduğumuz kalabalık bizi şok etti. Bir döner ne kadar güzel olabilirdi ki önünde bu kadar uzun bir kuyruk olsun. Var herhalde bir bildikleri dedik, sıraya girdik. Yarım saat geçti sıra ilerlemiyor. Döneri hazırlayanlar aheste aheste müşteriyle ilgileniyor. Sıra arttıkça artıyor. Biz ki bir müze önünde bile bu kadar çok beklememişken bir dönercinin önünde nasıl olurda bu kadar beklenebilir diyerek pes ettik ve sıradan çıktık. Yani tatmak bize nasip olmadı. Ancak sırada bekleyenler büyük bir sabırla bekledikleri ve çoğunluğunun yerli olduğu düşünülürse döneri güzel diye bir çıkarımda bulunabiliriz. Ama o sırada beklemek herkese göre değil. Adres Mehringdamm 32-34. 

Mustafa's Gemüse Kebap Kuyruğu


Durum böyle olunca biz de yönümüzü bir diğer ünlü Türk restoranı Hasır'a çevirdik. Hasır için, Berlin'in en iyi Türk restoranı diyebiliriz. Kime sorsak burayı tavsiye etti. Eğer Türk kebabı, döneri yemek istiyorsanız Hasır'ın Küçük İstanbul olarak geçen Kreuzberg'te Adalbert Caddesi'ndeki yerine gidin. Burada 3 tane Hasır var. Biz Hasır Ocakbaşı'nı denedik ve şunu söyleyebilirim ki, Türkiye standartlarında bir lezzet bulduk. Türkiye'den gelenler tercih ederler mi bilmem ama bizim gibi yurt dışında yaşayanlar bu kalitede bir Türk lezzeti bulmakta zorluk çektiklerinden burası doğru adresti bizim için. Künefesi harikaydı. (Mercimek çorbası, Adana kebap, künefe, ayran toplam 40€/2kişi). 

Kreuzberg Hasır Restoranı


Kreuzberg Hasır Restoranı































Berlin’in en güzel köprüsü: Oberbaum Köprüsü

Oberbaum Köprüsü

Kreuzberg’de sokaklarda ilerlemeye devam ettik ve şehrin renkli, farklı kültürlerin iç içe geçtiği bu bölgesini keşfettik. Kreuzberg’de ki en ünlü caddeler Oranien Caddesi, Bergmann Caddesi. Ancak şunu tekrar belirtmeliyim ki Kreuzberg oldukça büyük bir alana kurulu. Yürüyerek keşfetmek isteyenler yarım günlerini ayırmalı.

Uzun bir yürüyüşün ardından kendimizi Berlin’in ünlü Oberbaum Köprüsü’nde bulduk.

Oberbaum Köprüsü





















Bu köprüden nehir üstünde duran 3 dev adamı görmeniz mümkün. Ancak yakınına gitmek için yine uzun bir yürüyüş gerekiyor.


Berlin Molecule Man (Fotoğraf Fotocommunity.de sitesinden alıntıdır)





















Biz Oberbaum Köprüsü’ne kadar gelmişken yola devam ettik ve günümüzde açık hava sergisine dönüşmüş Berlin Duvarı’nı gezdik. East Side Gallery olarak bilinen bu bölgeyi isterseniz Kreuzberg sonrasında ya da Prenzlauer Berg ve Friedrichshain bölgesini gezerken programınıza alabilirsiniz. East Side Gallery hakkında bilgi ve fotoğraflara 4.günümüz kısmında yer verdim. 


Uzun, bol yürüyüşlü günü ise benim Berlin’de en çok sevdiğim yerde, Hackesche Avluları’nda dinlenerek sonlandırdık. Burası gündüz ayrı, gece ayrı bir güzel.

Hackesche Avluları


Berlin'de 3. günümüz:

Alexander Platz

Berlin'deki üçüncü günümüzde hedefte ilk olarak Alexander Platz vardı. Bu meydan, kaldığımız otele yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesindeydi ve gece otele dönerken sürekli civar sokaklarından geçmiştik ancak gündüz gözüyle de görelim dedik. 

Komünist döneme ait binaların yer aldığı bu bölgeyi gezerken Berlin’in doğu tarafında olduğunuzu hemen anlıyorsunuz.


Alex ismini Batı Berlin ile Doğu Berlin halkı farklı telaffuz ettiği için bu meydanın ismini telaffuz eden Alman'ın hangi taraftan geldiği kolaylıkla anlaşılabiliyormuş (Ahlex - Batı, Allex -Doğu). 


Alexander Platz, Doğu Berlin'de TV Kulesi'nin bulunduğu modern bir meydan. 368 metre yüksekliği ile TV Kulesi tahmin edeceğiniz üzere Berlin şehrinin en yüksek binası. Bu kuleye çıkmak isteyenler eğer güzel, açık bir havada çıkarlarsa güzel bir şehir manzarası görebilirler diye düşünüyorum. 


Alexander Meydanı
Meydanda yeralan Marien Kilisesi 1270 yılında inşa edilmiş. 


Meydandaki en dikkat çekici şey bence Roma'daki Bernini'nin çeşmesinin benzeri olan Neptunbrunnen çeşmesi. Burada yeralan 4 kadın figürü 4 nehri simgeliyor (Elbe, Weichsel, Oder ve Rhein). 




Meydanın hemen karşısında yeralan kırmızı bina ise Belediye Binası.


Bu meydanda biz yaklaşık 10 dakika zaman geçirdik ve benim asıl hoşuma giden Nikolei Viertel'e doğru devam ettik. 


Nikolai Viertel adını meydandaki Nikolai Kilisesi'nden almış. Burayı ilk gece keşfettik ve çok hoşumuza gitti. Gündüz gözüyle de muhakkak görmeliyiz dedik ve programımıza aldık.  Burada hoş cafe ve restoranlar var. Nikolai Bölgesi ayrıca Berlin şehrinin içinden geçen nehrin kıyısında olduğu için nehre doğru kahve keyfi de yapabilirsiniz. Ancak ben özellikle Nikolai Kilisesi'nin etrafındaki dar sokaklarda gezinmekten keyif aldım. 






Hedefte Jandarma Meydanı vardı. Amacımız yürüyerek Nikolai Bölgesi’nden Jandarma Meydanı’na ulaşmaktı. Ancak yol üzerinde gördüğümüz bir anıt bizi çok etkiledi ve oraya bakmadan edemedik. ‚Neue Wache‘ yani Savaş ve baskı rejimi kurbanları için yapılmış bu anıt bir anne ile oğlunun heykelinden oluşuyor.
Burası Savaş ve Baskı Rejiminin kurbanlarını anma yeri. Burası savaş yüzünden acı çekmiş olan tüm halkları anmak için yapılmış. Katledilen, acı çeken insanları anmak için…


Sanatın ve Mimarın güzel buluşması: Jandarma Meydanı

Jandarma Meydanı
Jandarma Meydanı, Berlin’in en güzel meydanlarından biri. Bir tarafta Fransız Katedrali, diğer tarafta Alman Katedrali ve tam ortada Berlin Opera Binası bulunuyor. Meydandaki cafeler, restoranlar ve meydanda konser veren sokak sanatçıları meydanı gün boyunca hareketli kılıyor. Biz öğlen saatlerinde güneşli bir havada Jandarma Meydanı’na ulaştık ve burada meydana bakan bir cafede mola verip sokak sanatçılarını dinledik. Cıvıl cıvıl olan bu meydanda mola vermenizi ve meydana doğru keyif yapmanızı tavsiye ederim.

Jandarma Meydanı'ndaki Opera Binası ve Fransız Katedrali

Bu meydan eskiden Fransızların yaşadığı bir bölgeymiş. Fransızlar kendileri için Fransız katedralini yapınca bunu kıskanan Almanlar bu katedralin tam karşısına bire bir aynısı olan Alman Katedralini inşa etmişler. Ortaya da çok güzel bir meydan çıkmış.

Jandarma Meydanı'ndaki Opera Binası ve Alman Katedrali

Sırada Berlin'in Kudamm'ı var. Atlıyoruz metroya ve Kudamm'a gidiyoruz.

Berlin’in Champ Elysees’sesi Kurfürstendamm

Monkey Bar'dan Yıkık Kilise manzarası

Berlinlilerin Kudamm dedikleri bu bölgenin en dikkat çekici caddesi Paris’in Champ Elysees’ine özenilererek kurulmuş 53 metre genişliğinde ve 3,5 km uzunluğundaki Kurfürstendamm Caddesi. Bu bölgeyi gezerken evlerin mimarisinden refah seviyesinin Berlin’in diğer bölgelerine göre daha yüksek olduğunu hemen anlayacaksınız. Burada güneşli bir Berlin gününde zaman geçirmek, Kudamm Caddesi boyunca yürümek, cafe ve restoranlarında açık havada oturmak oldukça keyifli. Eğer zamanınız olursa ve canınız isterse bu bölgede yeralan Hayvanat Bahçesine gidebilir, orada kısa bir yürüyüş yapabilir ya da bira bahçesinde oturup keyif yapabilirsiniz.

Bu bölgedeki Kaiser-Wilhelm Anıt Kilisesi ya da kısaca Yıkık Kilise, orayı gezen herkese savaşın ne kadar acımasız ve yıkıcı birşey olduğunu hatırlatmak için hala orada ayakta. 22 Kasım 1943’te isabet eden bombalar nedeniyle kilise çok ciddi hasar görmüş olsa da yıkılmak yerine savaşın simgesi olarak tutulmasına karar verilmiş. Hemen yanında ibadet etmek isteyenler için başka bir kilise inşa edilmiş. Yıkık Kilise’nin içine girilip gezilemese de o Berlin şehrinin ne badireler atlattığını herkese göstererek görevini çok iyi bir şekilde yerine getiriyor. 



Bölgede yeralan Charlottenburg Sarayı’nı orada yaşayan arkadaşlarımıza sorduk. Onlardan çok ilginç bir saray olmadığı bilgisini alınca bu sarayı gezmekten vazgeçtik. Ancak isterseniz bu saraya da göz atabilirsiniz.

Biz, Berlin’de yaşayan arkadaşlarımızla beraber Kurfürstendamm’ın cafe ve restoranlarını keşfettik. İşte size turist kitaplarında bulamayacağınız Insider tipi tavsiyeler:

Insider Tips - Brel: Savigny Meydanı’nda yeralan bu Fransız Cafe-Restoranı’nda birşeyler içip güneşin tadını çıkartabilirsiniz. Çok keyifli bir mekan.

Brel Cafe'de Türk buluşması

Insider Tips - Cucina Comoda: Gerçek bir İtalyan Restoranı. Yediğimiz makarnalar çok lezzetliydi. Servis çok iyiydi ve çalışanlar çok kibardı. Mekanın içi de oldukça hoş. Eğer İtalyan mutfağı denemek istiyorsanız burayı tavsiye ederim. (Wielandstr. 11 10629 Berlin)

Insider Tips - Monkey Bar: Güzel bir Berlin manzarasına karşı birşeyler içmek isterseniz size tavsiyem Monkey Bar. Manzara muhteşem, mekan oldukça şık. Bu mekan yeni açılmış Bikini Shopping Center içinde bir teras bar. Burada ayrıca güzel bir restoran var. İsmi Neni. Restoran kısmını denemedik ancak teras barda akşam içkileriyle güzel bir Berlin keyfi yaptık.

Monkey Bar

Belin’in yeni yüzü Potsdamer Meydanı

Berlin şehrinin en dikkat çekici özelliği şehrin Duvar’ın yıkılmasından sonra yeniden yapılanma sürecine girmesi ve bu sürecin günümüzde hala devam ediyor olması. Yani Berlin şehri diğer önemli, büyük Avrupa şehirleri gibi oturmuş bir şehir düzenine henüz sahip değil. Her yerde inşaatlar, yeni yapılar var. Yaptığım araştırmalar sırasında Berlin kentinin nasıl yeniden yapılandığına dair ilginç bilgiler edindim. Şehrin, Duvar’ın yıkılışından sonra aşama aşama kendi yaralarını nasıl sardığı ve nasıl farklı bir çehreye dönüştüğünün en güzel örneği belki de Potsdamer Meydanı. Bu meydana ait 1925 yılında çekilmiş fotoğrafla bizim gördüğümüz 2014 yılı Potsdamer Meydanı arasında tabiri caizse dağlar kadar fark var.


1925 yılında Potsdamer Meydanı (Resim alıntıdır)



2014 yılında Potsdamer Meydanı
Kamu kontrolünde özel sektörün güçlü kuruluşları Berlin’i yeniden inşa etmeye karar verdiklerinde bu göreve Potsdamer Meydanı’ndan başlamışlar. Çünkü Potsdamer Meydanı, Daimler Benz firmasının bu proje kapsamında (Berlin’in yeniden yapılanması) satın aldığı yaklaşık 7 hektarlık arazinin ta kendisi. Yani kuzeyde Tiergarten Parkı, güneyde  Londwehr Kanalı, batısında 1956’dan beri Mies Van Der Rohe’nin Ulusal Galerisi, Hans Scharoun’un Berlin Filarmoni Orkestrası ve diğer tarafta Ulusal Kütüphane ile çevrili bu meydanda Berlin şehrinin yeniden imarına başlanmış. Bu meydan 1. Dünya Savaşı öncesinde tren garı, tramvayları ve geniş caddeleri ile şehrin en canlı bölgelerinden biriyken Duvar’ın örülmesiyle beraber bu canlılığını yitirmiş ve savaş sırasında çok zarar görmüş. Meydanın doğusunda yeralan Berlin Duvarı 1989 yılına kadar bu meydanın ölü bölge olmasına sebep olmuş. (Kaynak: Mimarlık Dergisi- ‘Kentin Yeniden Yapılanması, Berlin Potsdam Meydanı’, Bünyamin Derman)

Bizim gördüğümüz Potsdamer Meydanı ise 21. Yüzyılın yüzü gibiydi. Gökdelenlerin hakim olduğu gece ışıl ışıl olan meydanda Sony’in merkezi göz alıcıydı. Meydanda ayrıca Daimler City yer alıyor. Eğer bir şehir baştan nasıl kurulur görmek istiyorsanız bu meydanı muhakkak görmelisiniz. Bir de bu meydana ait eski fotoğraflara göz atmayı unutmayın. O zaman aradaki farkı anlayacaksınız.

Bu meydanı gece görmenizi tavsiye ederim. Işıl ışıl gökdelenler meydanı daha da güzelleştiriyor. Eğer alış-veriş merkezi deneyimi yaşamak istiyorsanız Sony Center tam da bu iş için. Biz burayı gördükten sonra burası Almanya olamaz dedik. Eğer Almanya kültürüne biraz aşına iseniz burayı gördükten sonra ne demek istediğimizi anlayacaksınız.

Sony Center
Sony Center

Insider Tips - Solar Bar: Burayı gece görmenizi tavsiye etmemim başka bir sebebi de buraya çok yakın olan Solar Bar. Bir binanın 10.katında bulunan ve yaklaşık 270 derecelik Berlin manzarasına sahip olan Solar Bar güzel bir Berlin gece manzarasına karşı birşeyler içip müzik dinlemek isteyenler için kesinlikle doğru adres. Bence fiyatları da çok pahalı değildi. Manzarası düşünüldüğünde bir içkiye yaklaşık 10-12€ vermek normal bence. Ayrıca restoran bölümünde yemek de yiyebilirsiniz. Ancak denemediğimiz için yemekleri hakkında birşey söyleyemem. Yalnız ambiyans harika.   


Prenzlauer Berg ve Friedrichshain: Berlin’de Kahve Keyfi


Berlin’de yaşayan arkadaşlarımız sayesinde Berlin’de farklı deneyimleri yaşama şansımız oldu. Bir şehri keşfetmek için alınan turistik bilgi kitapları asla yeterli değildir. Şehri orada yaşayan insan gibi yaşamak, keşfetmek emek ister. Araştırma yapmak gerekir, okumak gerekir öncesinde. Ama en iyi tüyolar her zaman orada yaşayan insandan edinilir. Berlin'deki 4. günümüzde biz de arkadaşlarımız sayesinde güzel bir retro cafe keşfettik.



Insider Tips - Bonanza Coffee: Berlin’deki son günümüzde yaşadığımız o güzel kahve keyfi sayesinde Berlin şehri benim için daha bir özel, daha bir anlamlı oldu (Bonanza Coffee Oderberger Strasse 35).

Bu küçücük retro cafe farklı kahve aromalarını biraraya getirerek farklı tadlar yaratıyor. 


Burada kahve içerken kahvenin aslında bir sanat olduğunu tekrardan keşfedeceksiniz. Kahve keyif demektir ve bu cafe bu keyif için doğru adres!


Kahve keyfini yaptığımız Bonanza Cafe’nin bulunduğu bölge sanırım Berlin’de yaşasaydım benim yaşamak için seçeceğim bölge olurdu. Kahve sonrası caddelerde kısacık gezinmemiz bile bu bölgeyi sevmemize yetti. Prenzlauer Berg ve Friedrichshain bölgesini bence mutlaka programınıza alın. Kollwitz Meydanı, Boxhagener Meydanı, Kastanienallee’de yürüyüş yapın ve bölgeyi yürüyerek keşfedin.

Ve bu bölgede yeralan East Side Gallery’i görmemezlik etmeyin. Berlin Duvarı’nın yıkılmadan bırakılan bu 1,3 km’lik bölümü 24 ülkeden 110 sanatçının sanatlarını sergiledikleri bir açıkhava sanat galerisine dönüşmüş. Gezmekten ve fotoğraflamaktan çok keyif aldığım East Side Gallery’i kesinlikle tavsiye ederim. 

East Side Gallery









Berlin'de nerede kaldık?

Berlin'de stüdyo tipi bir oda tuttuk. İsmi Flower's Boardinghouse. Adres: Mulackstr. 1. Kaldığımız yer oldukça merkeziydi. Müze Adası'na ve Alexander Meydanı'na yürüme mesafesindeydi. Biz oldukça memnun kaldık. (4 gece için 392 € ödedik). Eğer şehrin diğer tarafında olmak isterseniz otelinizi Kudamm'da tutmanızı tavsiye ederim. 

Berlin geziniz öncesi Goodbye Lenin filmini seyredin derim. Bu tarihi şehir daha bir anlamlı olacak o zaman sizin için...

Bu sene Berlin Duvarı'nın yıkılışının 25. yılı... 
Bu şehre gelip tarihin izinden gitmek için çok anlamlı bir sene...


Gökçe Demirci 

Berlin Gezi Notları 

(18.-21.04.2014)

2 yorum:

  1. Hazirandaki Berlin gezimiz öncesi ilaç gibi geldi önerilerin. Çok sevindiğimi belirtmeliyim. Chackpoint Charlie ye yakın bir otele rezervasyon yaptık.umarım booking com bizi hayal kırıklığına uğratmaz.5 gün yeterli olur mu sence Berlin in altını üstüne getirmek için.başka önerilerin varsa yazarsan sevinirim.teşekkürler.sevil

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Sevil, çok mutlu oldum.
      Biz Berlin'de çok keyifli zaman geçirdik. Umarım sizin tatiliniz de planladığınız gibi olur. Herşey yolunda gider.
      Biz Berlin'e dört gün ayırdık. Bence beş gün yeterli. Eğer şehrin içini gezdikten sonra zamanınız kalırsa Berlin şehir merkezine 30km uzaklıktaki Potsdam: Sanssouci Sarayı'nı gezebilirsiniz. Burasını bize tavsiye etmişlerdi ancak bizim zamanımız kalmamıştı. Tabii ki buraya gitmek için araç gerekli. Ancak aklında bulunsun. Bunun dışında ben yukarıdaki yazımda en önemli noktalara zaten değindim. Eminim siz de Berlin'i çok seveceksiniz. Şimdiden iyi tatiller.

      Sil