20 Mayıs 2013 Pazartesi

Venezuela-2: Orinoco Delta, Guacharo Magarası ve Karayip Sahilleri



Üzerinden aylar, yıllar geçse de bize kazandırdıkları sayesinde aklımızdan bir an bile çıkmayan Venezuela tatilimizin ikinci yazısını okumaya hazır mısınız?




Roraima Dağı... Dünya'nın en yüksek Tafel Dağı. İnternette yaptığım araştırmalara göre bu dağa tırmanan ilk Türkler biz olabiliriz. Henüz bu dağa tırmanan bir maceraperestin bloğuna internette denk gelmedim. İlk olmasak da Roraima benim  hayatımın şu ana kadar en büyük, en önemli tecrübesi. 6 günlük bu maceranın notlarını sizlerle Venezuela tatil notlarımın ilk bölümünde paylaşmıştım Link: Venezuela-1: Amazonun gizlediği kayıp dünya . Ancak macera bu kadarla sınırlı değildi. Sıra geldi maceranın ikinci bölümüne. İtiraf ediyoruz evet Venezuela bir tatil değildi. Tam tersine bir challenge idi. Ya da almanların deyimiyle tam bir 'Herausforderung'. Hala arkadaş sohbetlerinde neden Venezuela'yı seçtiğimizi anlatmak için enerji sarf ediyoruz. Maldive'lere gidip yatmak varken çekilen bunca sıkıntı, neden??? :)) Bizce, tatil demek, o kısıtlı zamanda yepyeni bir kültürü keşfetmek demek. Bizce tatil demek, gidilen yeri herşeyiyle yaşamak, anlamak demek. Bizce tatil, kendini o kısıtlı zamanda her açıdan zorlamak, geliştirmek ve dönüşte kendindeki gelişimi görmek demek... Venezuela ise bu açılardan bakıldığında bizim için en doğru seçimdi: Doğa, 6 günlük trekking turumuz sırasında bize çok şey öğretmişti ve bu deneyimlerle sanki bambaşka insanlar olarak geri dönmüştük. 

Ve 6 günlük tırmanış macerası bitmişti. Sonrasında bacaklarımızda hiç enerji kalmamışken, sırtımızda günlerdir taşıdığımız çantaları arabaların üzerine yerleştirdik ve ülkenin kuzeyine doğru yola çıktık. Ve ilk olarak öğle yemeği. Dağdan indikten sonra yediğim o balığın tadı hala damağımda. Ben hayatımda bir yemeğe hiç böyle saldırmamıştım :))

Öğle yemeği sonrası ilk durağımız bir sehir tepesi:


























Bu noktadan Tafel Dağ'larını ve Yuruani Nehri'ni seyrettik ve fotoğrafladık.

İkinci durağımız Kama Şelalesi:

Kama Şelalesi

Venezuela inanılmaz bir doğaya sahip. Her yer tafel dağlar ve şelalelerle dolu. 55 metreden düşen Kama Şelalesi de görülmesi gerekenler arasında yer alıyor. Bu bölgede kamp yapılacak alan mevcut. Yakınında bulunan restoranda yerel yemekler yenebilir. Bir yerli eşliğinde bu şelalenin altından yürünebilir.

Kama Şelalesi


Uzun ve dolu dolu geçen günümüzün sonunda artık çok yorgunduk ve biran önce banyo yapmak istiyorduk. Km 88'de ki kalacağımız otele vardığımızda saat akşam 18:00 sularıydı ve karanlık basmıştı çoktan. Ekvator çizgisine yakın olduğumuz için burada gece ve gündüz birbirine eşit ve akşam çok erken saatte karanlık basıyor. Km 88 çok da gezilip görülebilecek bir yerleşim alanı değildi. Burası altın madenciliğinin yapıldığı bölge ve her yerden çok farklı insan buraya çalışmaya geliyor. Rehberimiz bu bölgenin çok da güvenli olmadığını söyledi. Bu sebeple akşam yemeğini otelde yemeğe karar verdik. Evet sonunda medeniyetin sunduklarından yararlanmaya geldi sıra. Sıcak su bulamasak da artık içinde banyo yapabileceğimiz bir dört duvarımız vardı. Ben uzun uzun suyun keyfini çıkardım. Yaklaşık 6 gün sonra aynada kendime baktım :)) Ve arkadaşlar akşam yemeğindeki kızarmış tavukla keyif yapa dursunlar ben çoktan uykuya dalmıştım bile... Geceyi geçirdiğimiz yerden bir fotoğraf:



Ve artık Venezuela'nın kuzeyini keşfetmeye geldi sıra. Yaklaşık 500 km kuzeye doğru arabalarla yolculuk ettikten sonra Uracoa bölgesinde botlara bindik ve yaklaşık 1 saatlik yolculuk sonrası ana kamp yerimiz olan Orinoco Deltası'na ulaştık.

Seyahet ettiğimiz bot

Orinoco Delta


Kamp yerimiz
Ve Orinoco Nehri'nin kıyısındaki kamp yerimizden birkaç foroğraf:

Odamız

Odamızdan bir manzara

Bahçemiz...


Fatih ve Rehberimiz Alex

Fatih bu tatilde Cube Libre yapmayı öğrendi...

Ben ve minik tatlı sapığım papağan :))

Orinoco Nehri dünyanın 4., Güney Amerika'nın ise 2., büyük nehri. Oluşturduğu delta ise dünyanın en büyük deltalarından. 41.001 km2 'lik alan ile Belçika'dan daha büyük bir alanı kaplıyor. Kendine has özel bir ökolojik sistemi olduğunu belirtmeliyim. Orinoco Delta Warao Kabilesi'nin yaşam alanı. Biz de Warao yerlilerini gidip yaşadıkları yerde ziyaret ettik. Ve o gezimizden birkaç fotoğraf:


Küçücük çocuklar bu kanoları öyle güzel kullanıyorlar ki. Ancak yine de her yıl bir sürü çocuk bu nehirde boğulmaktan kurtulamıyor!
Warao Yerlileri



Bizim için çok zor olan bu yaşam şartlarında yaşıyorlar. Bu daracık alanda çoluk-çocuk kalabalık bir aile yaşıyor. Hamaklar onların yatakları. Mutfakları ve odaları hepsi aynı yerde, evin hepsi bu kadar...









Nehirde yıkanıyorlar. Orada çamaşırlarını yıkıyorlar. Çocuklar aynı yerde oynuyor...

Aşağıdaki fotoğraf ise gün ortası evlerinde keyif yapan bir yaşlı çifte ait...







Biz ise bu ailelerin yaşamını daha iyi anlayabilmek için aynı onlar gibi orinoco nehri kıyısındaki barakamızda hamaklarda geceledik. İşte bizim fakirhaneden birkaç foroğraf:





Hamaklarımızı da kendimiz yaptık... Artık bir hamakta tüm gece hiç uyanmadan uyuyabiliyorum. Bu tatilin bana kazandırdıklarından bir tanesi de bu :)) Düşme tehlikesi olsa da insan alışıyor :))

Akşama doğru ise yakınlardaki bir adaya gidip oraya gelen kuş sürülerini beklemeye koyulduk. Burası akşamları kuşların topladığı bir adaymış. Ben o güne kadar bu kadar kuşu bir arada görmemiştim: 





Ve eve dönüş...


ve kamp yerimizden gece manzarası:



Geceyi geçirdiğimiz  yer:



Sabah kahvesi eşliğinde Orinoco Nehri keyfi...



Bizim içim balığa çıkan Carlos ve tuttuğu küçük bir balık...



Orinoco Nehri'ndeki 2. günümüzde ise kısacık da olsa Jungle içinde bir gezintiye çıktık ve buradaki yerlilerin jungle içinde nasıl yaşadıklarını anlamaya çalıştık. Yürüyüş yapacağımız yere ulaşabilmek için yerlilerin kullandığı küçük kayıklarla yaklaşık 10 dakika Orinoco Nehri'nde yol aldık. Nasıldı diye sorarsanız; heyecanlıydı diyebilirim. Benim bindiğim kayıkta küçük bir yengecin de olduğunu fark edince daha bir heyecanlı oldu :)) Bindiğim kayığı kullanan yerli o kadar yaşlıydı ki nehre ilk biz açılmamıza rağmen hedefe en son ulaşanlardandık.





















Dönüşte kayıklara binmek için hareketlendiğimizde ise bir fark ettik ki, yaşlı amca dışında herkes oradaydı. Rehberimizin verdiği tepkiden, yaşlı amcanın her seferinde jungle içinde kaybolduğunu öğrenmiş olduk. Gözleri görmediğinden kayığıyla jungle içinde nereye ilerlediğini fark edemiyor, kayboluyormuş. Ancak sonuçta oranın insanı. Bir şekilde evinin yolunu buluyor. Hal böyle olunca ben diğer arkadaşların kayığıyla geri dönmek zorunda kaldım :)) Yalnız herkes sonrasında benimle epey dalga geçti: 'İyi ki sen kayığın içindeyken amca kaybolmadı' dediler. Haklılar, bu da olabilirdi :))

Bizim yaşlı amcayı son görüşümüz. Sonrasında 1 gün ondan haber alamadık... 


Nehirde ilerlerken içlere ulaştığımızda bizi karşılayan görüntü inanılmazdı. Sanki bir film karesi içindeydik. Kökleri, dalları su içinde olan ağaçlar arasında sessizce, yavaş yavaş ilerledik. Burada doğanın bambaşka yüzünü gördük, bir kere daha aşık olduk diyebilirim.























Bizim gezeceğimiz alan çok çamurlu olduğu için sarı balıkçı çizmelerimizi giydik ve jungle içindeki sinek öbeklerinden kendimizi koruyabilmek için koruyucu kremler sürdük. Ve artık jungle gezisine hazırız. Ancak bu jungle gezisi sırasında hiçbir insanoğlu üretimi sineksavar işe yaramıyor bilesiniz. Jungle bambaşka bir yer. Bizim ekipte daha önceki tatilinde 1 hafta boyunca Amazon içinde geçiren bir arkadaş vardı. Onun anılarını dinlemiştik. Ben 1,5 saat dayanamadım. 1 hafta Amazonlarda, hayal edemiyorum.  




























Jungle gezimizde bize rehberlik yapan, oranın yerlisi Carlos bize tek tek ağaçları ve onları ne için, hangi hastalıklar için kullandıklarını anlattı. 

Bu tur sırasında öğrendiğimiz bilgileri ben de sizlerle paylaşmak istiyorum:

Caña la india: Bu ağacın dalını bıçakla soyan Carlos hepimize birer parça yememiz için verdi. Çiğneyerek suyu çıkartıldığında ağrılara iyi geldiğini öğreniyoruz.

Moriche: Bu bölgedeki palmiye ağaçlarının ispanyolca ismi bu. Buranın simgesi gibi. Yerliler Moriche'nin genç olanlarının üst yapraklarını evlerinin çatılarını yapmak için kullanıyorlar. Bu ağacın gövdesini ise balık avlamakta kullanıyorlar. Moriche'nin yaşlı olanlarının üst yapraklarına ulaşmak çok zor olduğundan yaşlı olanlarının meyvesinden yararlanıyorlar. Moriche bu bölge için, aslında tüm Venezuela'daki yerliler için, çok önemli bir ağaç.




Sangrito: Bu ağacın özelliği ise gövdesi kesildiğinde kanıyor olması. Gövdesinden akan kan yaralara sürüldüğünde yaranın iyileşmesini hızlandırıyor. Bu ağacın diğer bir özelliği ise jungle içinde haberleşmeyi sağlaması. Carlos elindeki bıçakla ağacın gövdesine vurunca öyle bir ses çıktı ki, çok uzaklardaki bir kişi bu sesi duyabilir ve bizim olduğumuz yöne doğru ilerleyebilirdi. Yerliler bu ağaç sayesinde jungle içinde birbirlerine yerlerini bildiriyorlar. Bu ağacın kökleri ise çok hafif ve kolay işlenebilir özellikte. Bu nedenle süs eşyaları bu ağacın kökünden yapılıyor.


Temiche: Bu ağacın meyvesi küçük hindistan cevizleri. Suyunu içtiğimiz bu küçük hindistan cevizleri her hindistan cevizi gibi tatsız geldi bana. Bir türlü sevemedim bu meyveyi gitti. Temiche çok yönlü bir ağaç aslında. Çiçeğinin üstünü kaplayan kısmı yerliler bundan yıllar yıllar önce kıyafet olarak kullanıyorlarmış. Kıyafet derken bildiğimiz pantolon, gömlek olarak değil de; mahrem yerlerini kapatan şeylerden bahsediyorum. Ayrıca kafalarına şapka olarak takıyorlar.



Carlos palmiye yaprağından kendisine kemer gibi birşey yaptı ve bunu ayaklarına geçirerek palmiye ağacına tırmandı. Yaptığı bu kemerimsi şey sayesinde ayakları kaymadan ağaç üzerinde ilerleyebildi.



Palmito: Bu isim palmiye ağaçlarının kalbi için kullanılıyor. Palmiyenin en tepesinde yaprakların altında yer alan bu kısım pırasa gibi iç içe geçmiş yapraklardan oluşuyor. En içteki kısmı yedik, inanılmaz lezzetliydi. Daha kalın olan bir parçasının ise üzerine hatıra olması adına isimlerimizi yazdık. 

Bizim Ekip Tam Kadro :))


Yaklaşık 1,5 saat süren jungle gezimizde bize tamamen yabancı olan bu dünyayı birazcık da olsa keşfetmiş olduk. Jungle'da çamur içinde ilerlemek inanılmaz zor. Etraftaki sinekler, yerdeki yengeçler ortamı daha da zorlaştırıyor. Havadaki nem oranının da çok yüksek olduğu göz önünde tutulursa 1,5 saatin bizim gibi bu dünyanın yabancıları için yeterli bir süre olduğunu söyleyebililirim.

Bu gezi sonrası atladık kayıklarımıza ve nehirdeki yunuslar eşliğinde kamp alanımıza geri döndük.

Öğlen yemeğimiz Orinoco Nehri'nden sabah tutulan balıklardı.


Jungle gezisi sonrası Alex bana herşeyi tekrar anlatırken. Blog için not almam gerek nede olsa :))

























Yağan şiddetli yağmurun dinmesinin ardından kendimizi yine suların üstünde bulduk. Buradaki şiddetli yağmurlara da alışmıştık artık. Bu sefer hedef Orinoco'ya bağlanan Morichallargo Nehri. Tertemiz suyu ve iki tarafını kaplayan jungle 'larla görsel bir şölen sunan bu nehirde ilerlerken hiç görmediğimiz kadar farklı cins ve sayıda kuş gördük. Bu bölgenin kuşu olan Tukanı ilk olarak burada gördük. Resmen kuş avına çıktık diyebilirim. Kimi zaman pusuya yatıp kuşların bize yakın uçması için dakikalarca bekledik ki daha güzel foroğraf çekebilelim. Ancak çabalarımız boşunaydı. Çok daha iyi objektif olmadan bu kuşları uzaktan fotoğraflayabilmek imkansız.



Su o kadar temiz ki, resmen ayna gibiydi...



Hava kararmadan yapılacak birşey daha vardı: Pirana Avı. Ancak saat artık çok geç olduğundan bu aktivite için sadece 15 dakika zaman ayırabildik. Tek balık tutabilen Fatih'ti :)) Akşam kendi yakaladığı balığı afiyetle yedi.




Egzotik ve bir o kadar da doğal ortam olan otel odalarımıza ulaştığımızda ben yatağa devrildim ve sabaha kadar uyudum. İyi ki de uyuyup yemeğe katılmamışım. Çünkü akşam yemeğinde balık öncesi Orinoco kıyısında yaşayan yerlilerden satın alınan solucanların kızartması vardı. Benim midem canlı hallerini görmeye dayanamadı, bir de onları yiyemezdim. Burada her evde muhakkak bu solucanlardan bulunurmuş. Yemek hazır olana kadar atıştırmalık olarak yiyorlarmış mesela. Hayatımda gördüğüm en dombili solucanlardı. İri cüsseli bir erkeğin baş parmağı kadar büyüktüler. Üzgünüm fotoğraflarını paylaşamıyorum. Çünkü o sırada gördüğüm şeyler beni yeterince sarstı. Fotoğraflarını çekemedim. Ama ertesi sabah öğrendim ki tüm ekip o solucanlardan yemiş, Fatih bile!!! 

Orinoco Nehri kıyısındaki son günümüzü de dolu dolu yaşadıktan ve hatıralarımızı biriktirdikten sonra sıra geldi Karibik kıyılarını keşfetmeye. Artık biraz güneşin altında yatıp dinlenebiliriz. Bunu hakettik çünkü. Burası ancak fotoğraflarla anlatılır bence...



Kaldığımız sahilde bizden başka hiçkimse yoktu. Sahildeki barakalarda kaldık. Evet konfordan çoooookkkkk uzaktılar, ancak dalga sesleriyle uyumak, uyanmak, tüm gün sana ait kumsalda sessizliği dinlemek, dalgaları dinlemek.... Hiçbir şeye değişmem... İşte bizim fakirhane :















Karayip Sahillerinde dalgaların sesini dinleyen Fatih....

Benim en büyük keyfim : Sessizlik ve kahvem...





Kahvaltı Zamanı :


Pişiyi biliyorlardı. Sabah kahvaltısında pişi ve peynir....


Bütün gün hamakta yatmak ve kitap okumak....


Tüm gün hamakta yatarak rekor kırdım sanırım :))


Akşam ise gitar eşliğinde ben yine notlarımı alıyorum...




Bu muhteşem sahilleri bırakıp yola devam ediyoruz. Sırada Guacharo Mağarası var.

Güney Amerika'ya gelenler Alman bilim insanı Alejandro de Humboldt'un ismini duymuştur. Güney Amerika'ya gelen ve keşfedilmemiş kıtada bir çok keşif yapan bu Humboldt Güney Amerika'nın en büyük mağarasını keşfetmeyi başarmış: Guacharo Mağarası. Buranın yerlileri bu mağarayı kutsal saydıkları için ölülerini buraya gömüyorlarmış. Humboldt yanına bir yerli alarak bu mağaraya ilk giren bilim insanı. Mağaranın sadece 11 km'si iyice araştırılmış. Turistler ise ilk 1,5 km'sini gezebiliyor. İlerlemek için suyun altına dalmak gerekiyormuş. Bu mağaranın bir başka özelliği ise mağaranın içinde binlerce Guacharo kuşu yaşıyor olması. Mağaranın kendine öz klimasına ve karanlığına uyum sağlamış bu kuşlar o kadar korkunç sesler çıkarıyorlar ki inanamazsınız. Korkunçlar. Karanlıkta görünmüyorlar. Ancak bir anda yanınızdan uçup geçiyorlar. Alfred Hitchcock'un 1963 yapımı Kuşlar filmini seyredenler bu sesi tanıyacaklardır. Çünkü filmde yer alan kuş sesleri bu mağarada çekilmiş. Kuşların çıkardığı sesler gerçekten çok korkunçtu. Mağarada ilerlemek zaten korkutucuydu. Bu kadar fareyi bir arada görmemiştim. Eğer seyretmediyseniz Hitchcock'un filmini seyredim derim. İşte Güney Amerika'nın en büyük mağarasından birkaç kare: 

Guacharo Mağarası
Guacharo Mağarası
Guacharo Mağarası
Guacharo Mağarası


























Şimdilik bu kadar... Venezuela maceramızın son kısmını ilerleyen günlerde sizlerle paylaşacağım... 

Değerli yorumlarınızı bekliyorum...

Gökçe Demirci

3 yorum:

  1. ASLINDA SİZE DAHA ÖNCE DE YAZMIŞTIM.FOTOĞRAFLARINIZDAN HOŞUMA GİDEN KARELERİ KENDİ YAZILARIMDA PAYLAŞMAK İSTİYORUM.BLOG ÇOK HOŞ.YAZI KISMINI BİRAZ DAHA ÖZETLERSENİZ İYİ OLABİLİR YADA BÖLÜMLEYEBİLİRSENİZ. DİĞER KONUDA İLETİ ADRESİM :keyifbahcem@gmail.com ve BLOGUM bahceperim.blogspot.com

    YanıtlaSil
  2. Tatili başından beri keyifle izliyorum. Aslında tatil diyerek yanlış bir kelime seçtiğimi düşünüyorum. İçinde serüven barındıran bir meydan okuma gibi daha çok... Yola çıkmak bu olsa gerek! Bir gün böyle bir yola çıkmaya karar verirsem, izleyeceğim yol kesinlikle bu olacaktır. Gezinizin her anını keyifle izledim...
    Yüzünüzdeki gülümsemeler de size çok yakışıyor bilesiniz:)
    Sevgiler yolluyorum
    Özlem

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Özlem, güzel yorumun için çok teşekkür ederim. Venezuela doğasıyla görülmeye değer bir ülke. Kesinlikle tavsiye ederim. Biz Venezuela'yı çok sevdik. Hatta bu seneki tatil için de Güney Amerika fikri üzerinde yoğunlaşıyoruz. Yeni bir macera yani :)).

      Sevgiler
      Gökçe

      Sil